Yazarın notu:
Şu sıralar sık sık ve çeşitli spekülasyonlarla gündeme geliyor Türkiye’nin kaya
gazı [shale gas] rezervleri. Bu spekülasyonlardan birine de 18 Haziran
tarihinde yaptığı haberle[i]
HaberTürk gazetesi imza attı. Başlığı bile ziyadesiyle sorunlu olan haberin
spotu ise dillere destan: “Türk kayası Amerikan raporlarına bile girdi...”
Kayaya bile Türklük biçerken, haberin en birinci gerçeği olan açıklayıcılıktan
biraz uzaklaşmış sevgili HaberTürk editörleri. Bu çokbilmişlik vesilesiyle, her
kafadan bir ses çıkan kaya gazının ve risklerinin ne olduğuna, neden iştah
kabarttığına ve Türkiye’nin bu konudaki fırsatlarına üç yazılık bir dizide değinmek
istiyorum.
Kaya gazı, en basit tabiriyle,
kayadan çıkan gaz anlamına geliyor. Elbette ki her kayadan değil. Bu türlü
kayalar, genellikle organik maddelerin çok olduğu yerlerde bulunuyor ve bu
kayalarda, gaz depolanmış olması için kayaların belirli bir ‘geçirgenlik’e
[permeability], ‘toplam organik içerik’ [total organic content (TOC)]
yüzdesine, termalitesine bağlı olan belirli bir ‘olgunluk’a [maturity] ve
belirli bir ‘kırılganlık’a [brittleness] sahip olması gerekiyor. Üretilmesi
içinse elbette ki bunların hepsinin bir arada olması gerekir[ii].
Bunlara ek olarak, bahsettiğim haberi yapan arkadaşın belirttiği gibi kayanın bir
de Türk olması gerekir. Bu türlü gazın ilk üretimi de 1821’de New York
Fredonia’da yapıldığına göre Kızılderililerin aslen Türk olduğunu ispatlamış
bulunmaktayım.
Kaya gazı, dünya enerji piyasasında
kartların yeniden dağıtılmasına sebep olan geleneksel olmayan [unconventional]
enerji kaynaklarının en başta geleni. Geleneksel değil, çünkü üretim sürecinde,
geleneksel yöntemlerden farklı olarak gazın akışkanlığının sağlanması için
çeşitli yöntemler uygulanması gerekiyor[iii].
Öncelikle bildiğimiz dikey sondaj yerine yatay sondaj yapılıyor ve böylece
kayanın içindeki gaza ulaşılıyor. Daha sonra bu gazın yüzeye yüksek basınçla
ulaşmasını sağlamak için açılan sondaj kuyularından kayanın içine bol miktarda
suyla birlikte kum ve kimyasal bir kokteyl yüksek basınçla enjekte ediliyor. Hidrolik
kırılma [hydraulic fracturing] denilen bu yöntemle, kayanın sert yapısı
çözülüyor ve içindeki gazın açılan sondaj kuyusuna ve oradan yüzeye ulaşması
sağlanıyor. Bu kimyasal kokteylin içeriği, enjekte edileceği kayanın
özelliklerine göre değiştiğinden ve ticari gizlilik önlemlerinden ötürü tam
olarak bilinmiyor. İçeriğine dair bilindiğine emin olunan tek şey, yoğun
miktarda granüle alüminyum silikat içerdiği.
Geleneksel gaz üretimiyle bir
diğer farklılığı da üretim alanında. Kaya gazı rezervi daha seyrek biçimde, çok
daha geniş bir alana yayılıyor. 1 km2’de 0,2-3,2 bcm [milyar
metreküp] kaya gazı birikirken, aynı alanda 2-5 bcm normal gaz birikiyor. Bu
sebeple, aynı miktarda üretim için kaya gazında çok daha fazla kuyu açmak
gerekiyor. Bu da, etkin kaya gazı üretimi için uçsuz bucaksız düzlüklere
ihtiyaç var demek. Kaya gazı kuyularının ömrü de geleneksel gaza göre çok
sınırlı, yani kuyular çok daha hızlı boşalıyor. Bir kaya gazı kuyusunun ömrü
8-12 yılken, geleneksel gaz kuyusunun ömrü 30 ile 40 yıl arasında değişiyor[iv].
Akılları kurcalayan en büyük sorulardan biri ise kaya gazının kalorifik değeri
(birim hacim miktarında gaz yakıldığında elde edilen ısı enerjisi). Bu konuda
yapılan çalışmalara göre geleneksel gazla arasında en fazla sadece %8’lik bir
fark var[v].
Hal böyleyken, enerji
haritalarını değiştiren kaya gazının üzerinde esas kuşku, yarattığı veya
yaratabileceği çevresel sorunlar. Kullanılan kimyasal kokteylin yer altı sularına
karışma riski ve yarattığı çevresel tahribat, bu çevresel sorunlar listesinde
başı çekiyor. Kaya gazını savunan birçok akademisyen ve kurumun araştırmalarına
göre, bu risk, normal yolda doğal gaz üretiminde de var ve doğru çevresel
tedbirler alınmadığında ortaya çıkıyor. Fakat geçtiğimiz günlerde ikinci bölümü
Tribeca Film Festivali’nde gala yapan Josh Fox’un konuyla ilgili belgeseli Gasland’te gördüklerimize göre azami
çevresel tedbirlerin sağlandığına dair kamuoyunu ikna edecek bir sistem
kurulması gerekiyor. Zira bu belgeselde konu edildiği üzere, Teksas, Wyoming ve
Pennsylvania’da kaya gazı kuyularına yakın yerleşim yerlerinin tarımı yer altı
sularının kirlenmesinden ciddi anlamda etkilenmiş ve bu sebeple, insanlarda ve
hayvanlarda birçok hastalık görülmeye başlamış. Hatta kuyularda gerçekleşen
sızıntı sebebiyle, bu yerleşim yerlerindeki evlerin bazılarında musluğu açıp
çakmağı çaktığınızda büyük bir alev topuyla karşılaşıyorsunuz. Ayrıca bu
çevresel tahribat kısa vadeli de olmayabilir. Bazı kokteyllerin içerdiği
arsenik, cıva ve benzen gibi kalıcı zehirli maddeler sebebiyle toprak
kirliliğinin etkileri yakın gelecekte ortaya çıkma riski taşıyor[vi].
Kaya gazının yol açtığı çevresel
sorunlar listesinde ikinci sırayı ‘sera gazı emisyonu’ alıyor. Küresel
ısınmanın en büyük tetikleyicisi olan bu sorun, doğal gazı en temiz enerji
kaynaklarından biri olarak gösterenlerin elini zayıflatacak bir iddia. Kaya
gazının küresel ısınmaya kötü yönde katkı sunacağını savunan bir araştırmaya[vii]
göre kaya gazının üretim süreci, geleneksel gaz üretim sürecinden %30 daha
fazla metan salınımına yol açıyor ve metan, CO2’ten dört kat daha
fazla havayı kirleten bir gaz. Bu istatistiklere göre, 100 yıllık zaman diliminde
kömürün bıraktığı ayak izinden en az %20 (en çok %200) daha fazla katkı
sağlayabilir küresel ısınmaya ve bu istatistik de, dünyanın geleceği için ciddi
bir sorun demek. Bu yönden araştırmalar yapan akademisyenlerin birçoğu, bunun
önemli bir tehdit olduğunu kabul ediyor ve metan sızıntısına karşı teknoloji
geliştirilmesi hususunda, gaz endüstrisini uyarıyor. Diğer taraftan, kaya gazı
sayesinde birçok ülkenin kendi gazını üreteceğini tahmininden yola çıkarak,
geleneksel yoldan gaz üretip satan ülkelerden gazın taşınmasını da işin içine
katan ve bu sebeple, kaya gazının ayak izinin daha az olacağını savunan senaryo
çalışmaları olduğunu da hatırlatayım.
Listenin sonunda ise halihazırda
tartışmalı olan bir konu yer alıyor: kaya gazı için yapılan sondaj
çalışmalarının kayalarda meydana getirdiği tahribatın depremi tetikleyebileceği
riski. Araştırmacıların çoğu, böyle bir riskin varlığını kabul etseler de,
bunun gerçekleşmesi çok küçük bir ihtimal olarak görüyorlar. Bu riske dayanan
en büyük tedirginlik, 2011 yılında İngiltere’de yaşandı. 1 Nisan ve 27 Mayıs
2011’de Blackpool’da gerçekleşen lokal büyüklükte 2,3 ve 1,5 ML (6 ML’den küçük
ölçekli depremler ‘görece küçük’ kategorisinde değerlendiriliyor[viii])
ölçeğinde iki sarsıntı, kafalarda güzel soru işaretleri bıraktı. Bunun üzerine
İngiltere hükümetine bağlı Department of
Energy and Climate Change (DECC) bir rapor yayınlayarak[ix],
yapılan mikrosismik ölçümlere göre sarsıntı ortalamasının 0,5 ML olduğunu ve
yaşanan iki sarsıntının marjin dışı olayların gerçekleşmesinden kaynaklandığını
açıkladı. Fakat kaya gazı üretimi sırasında daha az sıvı kullanımının var olan
riski minimize edeceğine karar belirtti. Dolayısıyla böylesi bir riskin
varlığını ne Greenpeace’in yaptığı gibi çok abartmaya, ne de İngiliz
gazetelerinde yer alan birkaç uzman gibi “1 metre yükseklikten masaya süt
dökerseniz aynı sarsıntıyı hissedersiniz” diye küçümsemeye gerek yok diye
düşünüyorum.
Ezcümle bu çevresel riskler
gerçekten ciddi boyutlarda. Kaya gazı keşfi sayesinde dünyanın en büyük doğal
gaz üreticisi olan ve 2015’te gaz ihraç etmeye başlayacak ABD’de bile, Obama
yönetimi kaya gazı üretimi için yerel halkın önce ikna edilmesi şartını aramaya
başladı. Gaz üretimi ile çevresel sorun risklerini tartıya koyarak Fransa,
Quebec ve Mayıs 2013’te vazgeçse de Romanya’nın kaya gazı üretimini
yasakladığını da belirteyim. O yüzden, “kaya gazı bulduk” diye heyecanlanmadan
önce tartıdakileri iyi ölçmek lazım. Tabii “Türk kayasından bir şey olmaz” diye
düşünülmüyorsa…
[ii] HH. Rogner (1997), “An Assessment of World Hydrocarbon
Resources”, Annual Review of Energy Environment, 22, 244
[iv] Ibid, 11
[v] The Gas
Man Cometh (2013), “Calorific Value of Shale Gas — less than current Gas Supply”,
http://thegasmancometh.wordpress.com/2013/01/14/calorific-value-of-shale-gas-less-than-current-gas-supply/
[vi] M. Zoback,
S. Kitasei ve B. Copithorne (2010), Addressing
the Environmental Risks from Shale Gas Development, Briefing Paper 1,
Worldwatch Institute, Natural Gas and Sustainable Energy Initiative
[vii] RW. Howarth,
R. Santoro ve A. Ingreffa (2011), Methane
and the greenhouse-gas footprint of natural gas from shale formations: A letter,
http://www.sustainablefuture.cornell.edu/news/attachments/Howarth-EtAl-2011.pdf
[viii] Bu
değerlendirme, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma
Enstitüsü’nden alınmıştır (http://www.koeri.boun.edu.tr/bilgi/buyukluk.htm)