6 Temmuz 2013 Cumartesi

Kaya Gazı-I: Bir başka olur Türk’ün kayası…

Yazarın notu: Şu sıralar sık sık ve çeşitli spekülasyonlarla gündeme geliyor Türkiye’nin kaya gazı [shale gas] rezervleri. Bu spekülasyonlardan birine de 18 Haziran tarihinde yaptığı haberle[i] HaberTürk gazetesi imza attı. Başlığı bile ziyadesiyle sorunlu olan haberin spotu ise dillere destan: “Türk kayası Amerikan raporlarına bile girdi...” Kayaya bile Türklük biçerken, haberin en birinci gerçeği olan açıklayıcılıktan biraz uzaklaşmış sevgili HaberTürk editörleri. Bu çokbilmişlik vesilesiyle, her kafadan bir ses çıkan kaya gazının ve risklerinin ne olduğuna, neden iştah kabarttığına ve Türkiye’nin bu konudaki fırsatlarına üç yazılık bir dizide değinmek istiyorum.
Kaya gazı, en basit tabiriyle, kayadan çıkan gaz anlamına geliyor. Elbette ki her kayadan değil. Bu türlü kayalar, genellikle organik maddelerin çok olduğu yerlerde bulunuyor ve bu kayalarda, gaz depolanmış olması için kayaların belirli bir ‘geçirgenlik’e [permeability], ‘toplam organik içerik’ [total organic content (TOC)] yüzdesine, termalitesine bağlı olan belirli bir ‘olgunluk’a [maturity] ve belirli bir ‘kırılganlık’a [brittleness] sahip olması gerekiyor. Üretilmesi içinse elbette ki bunların hepsinin bir arada olması gerekir[ii]. Bunlara ek olarak, bahsettiğim haberi yapan arkadaşın belirttiği gibi kayanın bir de Türk olması gerekir. Bu türlü gazın ilk üretimi de 1821’de New York Fredonia’da yapıldığına göre Kızılderililerin aslen Türk olduğunu ispatlamış bulunmaktayım.
Kaya gazı, dünya enerji piyasasında kartların yeniden dağıtılmasına sebep olan geleneksel olmayan [unconventional] enerji kaynaklarının en başta geleni. Geleneksel değil, çünkü üretim sürecinde, geleneksel yöntemlerden farklı olarak gazın akışkanlığının sağlanması için çeşitli yöntemler uygulanması gerekiyor[iii]. Öncelikle bildiğimiz dikey sondaj yerine yatay sondaj yapılıyor ve böylece kayanın içindeki gaza ulaşılıyor. Daha sonra bu gazın yüzeye yüksek basınçla ulaşmasını sağlamak için açılan sondaj kuyularından kayanın içine bol miktarda suyla birlikte kum ve kimyasal bir kokteyl yüksek basınçla enjekte ediliyor. Hidrolik kırılma [hydraulic fracturing] denilen bu yöntemle, kayanın sert yapısı çözülüyor ve içindeki gazın açılan sondaj kuyusuna ve oradan yüzeye ulaşması sağlanıyor. Bu kimyasal kokteylin içeriği, enjekte edileceği kayanın özelliklerine göre değiştiğinden ve ticari gizlilik önlemlerinden ötürü tam olarak bilinmiyor. İçeriğine dair bilindiğine emin olunan tek şey, yoğun miktarda granüle alüminyum silikat içerdiği.
Geleneksel gaz üretimiyle bir diğer farklılığı da üretim alanında. Kaya gazı rezervi daha seyrek biçimde, çok daha geniş bir alana yayılıyor. 1 km2’de 0,2-3,2 bcm [milyar metreküp] kaya gazı birikirken, aynı alanda 2-5 bcm normal gaz birikiyor. Bu sebeple, aynı miktarda üretim için kaya gazında çok daha fazla kuyu açmak gerekiyor. Bu da, etkin kaya gazı üretimi için uçsuz bucaksız düzlüklere ihtiyaç var demek. Kaya gazı kuyularının ömrü de geleneksel gaza göre çok sınırlı, yani kuyular çok daha hızlı boşalıyor. Bir kaya gazı kuyusunun ömrü 8-12 yılken, geleneksel gaz kuyusunun ömrü 30 ile 40 yıl arasında değişiyor[iv]. Akılları kurcalayan en büyük sorulardan biri ise kaya gazının kalorifik değeri (birim hacim miktarında gaz yakıldığında elde edilen ısı enerjisi). Bu konuda yapılan çalışmalara göre geleneksel gazla arasında en fazla sadece %8’lik bir fark var[v].
Hal böyleyken, enerji haritalarını değiştiren kaya gazının üzerinde esas kuşku, yarattığı veya yaratabileceği çevresel sorunlar. Kullanılan kimyasal kokteylin yer altı sularına karışma riski ve yarattığı çevresel tahribat, bu çevresel sorunlar listesinde başı çekiyor. Kaya gazını savunan birçok akademisyen ve kurumun araştırmalarına göre, bu risk, normal yolda doğal gaz üretiminde de var ve doğru çevresel tedbirler alınmadığında ortaya çıkıyor. Fakat geçtiğimiz günlerde ikinci bölümü Tribeca Film Festivali’nde gala yapan Josh Fox’un konuyla ilgili belgeseli Gasland’te gördüklerimize göre azami çevresel tedbirlerin sağlandığına dair kamuoyunu ikna edecek bir sistem kurulması gerekiyor. Zira bu belgeselde konu edildiği üzere, Teksas, Wyoming ve Pennsylvania’da kaya gazı kuyularına yakın yerleşim yerlerinin tarımı yer altı sularının kirlenmesinden ciddi anlamda etkilenmiş ve bu sebeple, insanlarda ve hayvanlarda birçok hastalık görülmeye başlamış. Hatta kuyularda gerçekleşen sızıntı sebebiyle, bu yerleşim yerlerindeki evlerin bazılarında musluğu açıp çakmağı çaktığınızda büyük bir alev topuyla karşılaşıyorsunuz. Ayrıca bu çevresel tahribat kısa vadeli de olmayabilir. Bazı kokteyllerin içerdiği arsenik, cıva ve benzen gibi kalıcı zehirli maddeler sebebiyle toprak kirliliğinin etkileri yakın gelecekte ortaya çıkma riski taşıyor[vi].

Kaya gazının yol açtığı çevresel sorunlar listesinde ikinci sırayı ‘sera gazı emisyonu’ alıyor. Küresel ısınmanın en büyük tetikleyicisi olan bu sorun, doğal gazı en temiz enerji kaynaklarından biri olarak gösterenlerin elini zayıflatacak bir iddia. Kaya gazının küresel ısınmaya kötü yönde katkı sunacağını savunan bir araştırmaya[vii] göre kaya gazının üretim süreci, geleneksel gaz üretim sürecinden %30 daha fazla metan salınımına yol açıyor ve metan, CO2’ten dört kat daha fazla havayı kirleten bir gaz. Bu istatistiklere göre, 100 yıllık zaman diliminde kömürün bıraktığı ayak izinden en az %20 (en çok %200) daha fazla katkı sağlayabilir küresel ısınmaya ve bu istatistik de, dünyanın geleceği için ciddi bir sorun demek. Bu yönden araştırmalar yapan akademisyenlerin birçoğu, bunun önemli bir tehdit olduğunu kabul ediyor ve metan sızıntısına karşı teknoloji geliştirilmesi hususunda, gaz endüstrisini uyarıyor. Diğer taraftan, kaya gazı sayesinde birçok ülkenin kendi gazını üreteceğini tahmininden yola çıkarak, geleneksel yoldan gaz üretip satan ülkelerden gazın taşınmasını da işin içine katan ve bu sebeple, kaya gazının ayak izinin daha az olacağını savunan senaryo çalışmaları olduğunu da hatırlatayım.
Listenin sonunda ise halihazırda tartışmalı olan bir konu yer alıyor: kaya gazı için yapılan sondaj çalışmalarının kayalarda meydana getirdiği tahribatın depremi tetikleyebileceği riski. Araştırmacıların çoğu, böyle bir riskin varlığını kabul etseler de, bunun gerçekleşmesi çok küçük bir ihtimal olarak görüyorlar. Bu riske dayanan en büyük tedirginlik, 2011 yılında İngiltere’de yaşandı. 1 Nisan ve 27 Mayıs 2011’de Blackpool’da gerçekleşen lokal büyüklükte 2,3 ve 1,5 ML (6 ML’den küçük ölçekli depremler ‘görece küçük’ kategorisinde değerlendiriliyor[viii]) ölçeğinde iki sarsıntı, kafalarda güzel soru işaretleri bıraktı. Bunun üzerine İngiltere hükümetine bağlı Department of Energy and Climate Change (DECC) bir rapor yayınlayarak[ix], yapılan mikrosismik ölçümlere göre sarsıntı ortalamasının 0,5 ML olduğunu ve yaşanan iki sarsıntının marjin dışı olayların gerçekleşmesinden kaynaklandığını açıkladı. Fakat kaya gazı üretimi sırasında daha az sıvı kullanımının var olan riski minimize edeceğine karar belirtti. Dolayısıyla böylesi bir riskin varlığını ne Greenpeace’in yaptığı gibi çok abartmaya, ne de İngiliz gazetelerinde yer alan birkaç uzman gibi “1 metre yükseklikten masaya süt dökerseniz aynı sarsıntıyı hissedersiniz” diye küçümsemeye gerek yok diye düşünüyorum.
Ezcümle bu çevresel riskler gerçekten ciddi boyutlarda. Kaya gazı keşfi sayesinde dünyanın en büyük doğal gaz üreticisi olan ve 2015’te gaz ihraç etmeye başlayacak ABD’de bile, Obama yönetimi kaya gazı üretimi için yerel halkın önce ikna edilmesi şartını aramaya başladı. Gaz üretimi ile çevresel sorun risklerini tartıya koyarak Fransa, Quebec ve Mayıs 2013’te vazgeçse de Romanya’nın kaya gazı üretimini yasakladığını da belirteyim. O yüzden, “kaya gazı bulduk” diye heyecanlanmadan önce tartıdakileri iyi ölçmek lazım. Tabii “Türk kayasından bir şey olmaz” diye düşünülmüyorsa…   



[ii] HH. Rogner (1997), “An Assessment of World Hydrocarbon Resources”, Annual Review of Energy Environment, 22, 244
[iii] P. Stevens (2011), The ‘Shale Gas Revolution’: Hype and Reality, London: Chatham House
[iv] Ibid, 11
[v] The Gas Man Cometh (2013), “Calorific Value of Shale Gas — less than current Gas Supply”, http://thegasmancometh.wordpress.com/2013/01/14/calorific-value-of-shale-gas-less-than-current-gas-supply/
[vi] M. Zoback, S. Kitasei ve B. Copithorne (2010), Addressing the Environmental Risks from Shale Gas Development, Briefing Paper 1, Worldwatch Institute, Natural Gas and Sustainable Energy Initiative
[vii] RW. Howarth, R. Santoro ve A. Ingreffa (2011), Methane and the greenhouse-gas footprint of natural gas from shale formations: A letter, http://www.sustainablefuture.cornell.edu/news/attachments/Howarth-EtAl-2011.pdf
[viii] Bu değerlendirme, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nden alınmıştır (http://www.koeri.boun.edu.tr/bilgi/buyukluk.htm)